DISTOPIA
Bütün hayatımız
boyunca mutlu olmaktan bahsedildi. Mutlu olmak için çok fazla uğraştık. Başarılarımızın
bizlere mutluluk getireceği öğretildi ve biz hep daha iyisi için uğraştık.
Sonra...
Sonra bizden
istedikleri insanlar olmaya başladık. Üretilip piyasaya sürülen küçük
oyuncaklar. Başkalarının istediklerinde var olmaya çalıştık ve şöyle dedik: “O
söylüyorsa doğrudur.” Ne kadar acınasıydık değil mi? Kendimize isteklerimizin
ne olduğunu söyleme veya anlama şansı vermedik. Onlar memnun oldukça farklı
beklentiler geliştirdik. Kısacası güzel ürünlerdik.
Hayallerimizi alıp
şekillendirdiler, oyun hamuru gibi, tutup kendi içimize bastırdılar. Önce parçaladılar,
farklı küçük parçalar geçti ellerine. Başka bir şey yaratmak için daha da
kolaylaştı işleri.
Küçük küreler
oluşturdular bir kaç parçamızla, bazılarının şekli yokken bazılarına ne isim
vereceklerini bile bilemediler. O kadar parça parçaydık ki bir ara ne yaptık
biz diye düşüneceklerini düşünmüştük fakat eğlenmeye başladıklarını
fark ettiler. O kadar eğlenceliydi ki parçalamak, birleştirmeye daha az zaman
harcadılar.
O kadar çok küçük
bizler varken, parçalanmışlık bu kadar gerçek olamazdı.
Bu parçalarla ne
yaparız düşüncesinin sonucunda birleştirelim, olmazsa tekrar parçalarız
dediler. Yeşil pembeyle, mavi turuncuyla tuhaf dalgalar oluşturmuştu. Sevdiler.
Bu tuhaflık şeytanlıklarını doyuruyordu. Sahi kendi fikirleri miydi bunların
hepsi?
Yine parçaladılar
yine küçük kürelerdik. Ama bu kez o kadar karışıktı ki, parçalanmak daha da
korkunçlaştı. Bizi birbirimize karıştırmışlardı. Tuhaf yaratıklar vardı her
yerde. Karmakarışıktık.
Olduğumuz bu
mutant insan ne hissediyordu acaba? Mutlu muydu? Mutlu olmak zorunda mıydık ki,
istedikleri mutluluk denizi şeytanlar geçilmiyordu? Mutluluk için uğraştık, çok
uzun zaman önce, kendimizken. Nasıl bilebilirdik ki mutluluğun ne olduğunu? Bize
sadece parçalanmışlık öğretilmişken. Kim bilirdi belki bambaşkaydı bu duygu.
Sesimizi duyurmamızı
istediler. Böylece başka bir çok insana ulaşabilecektik. Söyledik şarkımızı, duyurmaya
çalıştık sesimizi. Duydular. Geldiler. Çünkü kendilerinden parçalar vardı
hepimizde. Parça parça yamanmış kişilikler parça parça bizlerden, kendilerinden
olan bir şeylere yakın olup duymak istediler. Duydukları kendi çağrılarıydı. Turuncu
turuncuya sesleniyordu. Mavi maviye. Bize mutluluğu parçalarla inşa edilecek
bir şey olarak gösterdiler, şimdi ise mutluluk kendi parçalarımızı bulmaktan
geçiyordu. Sonu gelmez bu döngü ne zaman başlamıştı?
Sanki mutluluk
takas malzemesi olmuş, alıp satıyorduk.
Parçalanmış bizler
hep vermek zorundaydık ama. Bu mutluluğu.
Böyleydi işte.
Artık mutluluklar
isteklerimiz değil parçalanmışlıklarımızdı.
Yorumlar
Yorum Gönder