Miyazaki #1
Her hafta
bir tane Miyazaki diyerekten başlarsak olur sanırım. Aslında daha önce sadece
Hayao Miyazaki adına bir yazı yazmıştım ancak daha sonra sildim çünkü hayatıma
yön veren bir insanı bir yazıyla anlatamazdım. O yüzden animasyon filmleriyle
anlatmaya çalışacağım kendisini. Bu bir öneri yazı serisi olacaktır ve önerdiklerimin
hepsi ‘Gidin izleyin lan’ dediğim türden.
Howl’s
Moving Castle.
Disney’in başlangıç müziği gibi bir melodi yapamam ne yazık ki ama hayal edin. Hani o havai fişeklerin patladığı, bir sarayın olduğu. Neyse. Öhöm.
Her ay
mutlaka Miyazaki’nin filmlerini tek tek izliyorum. Niye yapıyorum? Psikopatlık.
Olsun. Ama açık ara Howl önde. TRT’de Miyazaki filmleri verilirdi ve ben daha
çok küçükken -yaklaşık on sanırım, TV’ye kitlerdi beni. Bittiğinde bir masaldan
çıkardım sanki. On yaşındaki küçük bir çocuğun hayallerle dolu büyük dünyasını
hayal edebilir misiniz?
İlk Howl’u
izlemiştim. Yürüyen bir şatonun ne kadar cazip geldiğini hala hissedebiliyorum.
Ya da bu şatoyu ayakta tutan ateş cininin Calcifer olduğunu. Calcifer’in
gökyüzünden düşmüş bir kayan yıldız olduğunu. Howl’un büyücü olduğunu ve Sophie’ye
olan bağlılığını.
Bu animasyonun
bir de kitap serisi var. Kesinlikle mükemmel ve filmle çok da uyuşmayan yerleri
olduğunu fark edeceksiniz. Ama işin enteresan kısmı; ikisininde ayrı ayrı güzel
oluşları. Kitapta karakterler daha fazla ve bu da aslında kitabı daha çok
eğlenceli yapıyor.
Daha da
devam etmek isterim ama bu bir öneri yazısı ve ne kadar spoiler o kadar filmi
izlememe isteği. Bu filmler kadar renkli bir hayat için uğraşın, izlerseniz ne
demek istediğimi kesinlikle anlayacaksınız.
Yorumlar
Yorum Gönder